Görüş > Sari Mercedes

David OJALVOBu haftaki sayıda, Holokost (Soykırım) konusundan yola çıkarak hazırlamış olduğum yazımı okurlarla paylaşmaktan büyük bir onur ve mutluluk duyarım. 21. yüzyıl gençliğinin bir bireyi olarak konu hakkında düşüncelerimi, çağrıştırdıklarını ve tüm herkesin bu gerçekten alması gerektiğine inandığ

Perspektif
9 Ocak 2008 Çarşamba
İzzet MORENO

Gözü gibi baktığı manda kasa Mercedes’i Alamancı Bayram’a bir türlü yar olamamıştı. İlyas Salman, Beyaz Perde’deki en iyi performansıyla, arabasının makus talihinden ziyade, Almanya’da yaşayan Türklerin sosyal metamorfozunu gözler önüne sermişti.
Aysel ile Özgür... Bir senelik Almanya maceram sırasında tanıştığım iki Türk dostum. Aysel Almanya doğumlu bir fabrika işçisi, Özgür ise Türkiye’den göç etme bir otobüs şoförü. İki kültürün arasında sıkışıp kalmalarına rağmen, iki kültürün de kendilerine göre "faydalı" yönlerini kendilerine yontmayı beceren nadir Türklerden.
Bir tarafta montaj hattında gün boyu didinen Aysel, diğer tarafta sosyal hakları Türkiye’dekinin çok üzerinde olan çoktan emansipe bir "kadın"; "Frau Aysel". Bir tarafta şehir içi hatlarda otobüs süren Özgür, diğer tarafta hafta sonları son model Mercedes ile karısını gezdiren bir "Bayram". Bir tarafta Diesel kottan başkasına burun kıvıran, İnternet müptelası çocukları Hazal ve Seçil, diğer yanda çay servisini, çamaşır yıkamayı, babalarının gömleklerinin ütülemeyi ananevi sayan evlenme çağındaki kızları.
Kısacası, patates ve turba şarap açan, yanında Yıldız Tilbe dinleyen, görmedikleri Türkiye’nin özlemiyle yanıp tutuşan, çayı demleyen ama filtre kahve içen, Türkçe’yi Almanca ile çorba yapan, döneri traş makinesiyle kesip, sarımsaklı sosla yiyen "üçüncü-neo" kuşak; sosyologlara konu olan eğreti alışkanlıklarıyla tam da altı kaval üstü Şişhane.
Gurbet güdüsü Alamancıların bir yere ait olma ihtiyacını tetiklerken, kimisi saçlarını sarıya boyatıp Alman olmanın uç noktalara seyrediyor, kimisi ise Almanya’ya sırt çevirip senelerce tek kelime Almanca öğrenmiyor, tutamacı dinde, kasabalaştırdıkları ve öbekleştikleri küçük Türkiyelerde arıyor. Ne var ki, milletler (aynı Başbakanları gibi!) değişiyor, modernleşiyor, fakat milletinden uzak olanlar bu değişimden faydalanamıyor. Türkiye’nin gündemi film karesi hızında değişirken, Alamancılar tartışılıp çözüm bulan karmaşaları gazetenin uzak diyarlardaki geç çıkan baskısı kıvamında geriden takip edip - tartışıp yorumluyor. 
 Alamancıların 3 milyonu geçen rakamları, "yeniden yapılandırma" işleri yapmak için davet edildikleri Almanya’da, azınlık olarak görülmelerine engel olamıyor; dahası kağıt üzerinde eşit görünen hakları, her türlü sosyal ortamda tartışmaya açılıyor. Örneğin Baden-Wurttemberg eyaletinde, vatandaşlık için şart koşulan "Müslümanlık Testi", zaten sabıkalı olan Almanların ayrımcı zihniyetine dikkat çekip protestolara neden oldu. Neyse ki, son anda vazgeçildi. Gene de Alamancıların her türlü sağlık harcamaları devlet tarafından karşılanıyor, işsizlik sigortaları, neredeyse çalışsalar alacakları paraya denk geliyor, gelecekleri de emekli maaşı ile garanti altına alınmış durumda... Aysel’e soruyorum: "Türkiye’ye döner misin?". "Neden döneyim? Burada o kadar rahatım ki... İstanbul’da yerler bizi çiğ çiğ!" Hadi bakalım bi de buradan yak! 
Kısacası Alamancılar, toplum içinde toplum yapıları ile, iki arada bir derede kalmış ilginç bir sosyal portre oluşturuyor. Onlar hallerinden memnun; Türkiye’ye sadece tatile geliyorlar, sarı Mercedes eşliğinde... Ne de olsa Euro ile kazanıp, TL ile harcıyorlar. Ekonomi açısından pozitif, Türkiye’ye döviz girdisi...
İktisadi yanı bir yana, sosyolojik olarak Alamancılar bana Türk Yahudilerini anımsatıyor: Huzurlu, ama yeteri kadar anlaşılamamaktan muzdarip, toplum içinde "topluluk", hem izole, hem afaki, hem cemiyetçi, hem kendi içinde gösterişçi, iki arada bir derede...
Benimkisi bir düşünce. Belki Almanların Türkleri, Türkiye’nin de Yahudileri daha yakından tanıması gerekiyor. Veyahut bizim kendimizi daha iyi tanıtmamız...